Zeynel
Abidin, Cumhuriyet’in her alanında olduğu gibi müzikteki yeni ve modern
ideolojiyi de yaymak çabasında olan Mustafa Kemal Atatürk ile 14 Ocak
1930’da bir yemekte tanışmış ve tasarımlarından biri olan çalgıyı
göstermiştir. Atatürk bu çalgıyı dinleyince “nereye giderse gitsin,
cümbüş (eğlence) yayacak, o zaman adı cümbüş
olsun” demiştir. Zeynel Abidin çok gururlanarak bu adı hem oluşturduğu çalgıya, hem de kendi ailesine soyadı olarak vermiştir…
Kimliğine Ulaşamamış Bir Çalgı: Cümbüş… Sinem Özdemir(*)
II. Meşrutiyetten sonra musiki tekke, saray, konak gibi sınırlı çevrelerden geniş toplum kesimlerine yayılmaya başlamış, konser salonlarına taşınmıştır. Fonograf ve gramofonun yaygınlaşmasıyla da istenildiği anda dinlenilebilinecek mesafeye gelmiştir. Hem musikinin kendisinde hem icra mekanlarında bir değişim sözkonusudur. Senfonik orkestra müziğinden, eğlenceli oyun müziklerine, klasik fasıllardan hafif şarkılara farklı müzik çeşitleri ve farklı dinleyici kesimi ortaya çıkmıştır.
Bu çeşitlenme aynı zamanda bestecinin de, icracının da, dinleyicinin de kendisini içerisinde bulacağı, musikide güncel piyasanın doğuşunun habercisidir. Geçmişin piyasa musikisi hafif şarkılar, köçekçeler, Rumeli havalarından ibaret olup şehirli halk musikisi şeklinde tanımlanabilirliği daha uygun olacakken bu bağlamda 19. yüzyılda –eğer kahvehane konserlerini saymazsak- kazanç amaçlı bir piyasa musikisinden söz etmek pek mümkün görünmemektedir. Kazanç amacıyla bestelenmiş, kısa ömürlü piyasa şarkılarının ancak 20. yüzyılın ortalarına doğru belirmeye başlamış olup, yeni beliren bu tarz, icrayı da etkilemiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra uygulanan müzik politikaları:
1926’da Osmanlı Dönemi’nden kalan bir çeşit konservatuar sayılabilinecek Darü’l Elhan’daki Şark Musikisi Şubesi’nin kapatılması, ertesi yıl hem devlet hem de özel okullardan tek sesli müzik eğitiminin yasaklanması,1934 yılında da radyoda Türk Müziği’nin icrasının yasaklanması şeklindeki kısıtlamalar da piyasa tavrının gelişmesinde önemli bir etken olmuştur.
Cümbüşün ortaya çıkışı, Cumhuriyetimizin ilk yıllarına denk gelmiştir. Bu dönemde müzik politikalarında görülen ikilemlerin benzerini, ortaya çıkış ve gelişim süreci içerisinde cümbüşün de yaşadığı görülmektedir.
Yaptığımız gazete taramalarında 15 Şubat 1931 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Bir Türk San’atkârın İcad Ettiği Saz :Cümbüş” başlığı ile rastladığımız bu icadın sahibi Zeynel Abidin Cümbüştür.
15 Şubat 1931 Milliyet Gazetesi
Zeynel Abidin 1881 Üsküp’te doğmuş ilk mektebi Üsküp’te okuduktan sonra, silah ticareti yapan ailesi ile I. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce İstanbul’a taşınmıştır. Askerî Rüştiyeyi bitirmiş, burada Tophane fabrikalarında uzun zaman ustalık yapmış, 1915 yılında katıldığı Çanakkale Savaşı’ndan fazlası ile etkilenip; savaştan sonra İzmir’e döndüğünde, silah ticareti ile ilgilenmeme kararı almıştır. 1922 yılında Beşiktaş’ta bir müzik aleti dükkanı açıp, Almanya ve Çekoslovakya’dan keman ve kontrbas ithal etmiştir. 1926 yılında İzmir’de Beyler sokağında yeni bir dükkan açmış -ki bu dükkan 1938’de kapanmıştır- daha sonra bu dükkanı oğullarına bırakıp Beyazıt’ta yeni bir dükkan açmak üzere İstanbul’a dönmüştür.
Nihayetinde Zeynel Abidin oğulları ile birlikte kesin olarak İstanbul’a yerleşip daha sonra çalgı üreten bir şirket olacak dükkanlarını işletmeye başlamışlardır. “Cümbüş Müzik” halen aktif bir şirkettir ve Türk geleneksel çalgılarını üretmektedir. İstanbul’da Unkapanı’nda aile fertlerince işletilen bir dükkan vardır.
Zeynel Abidin bir çalgı satıcısı olarak çalışsa da, bir müzisyen olmasa da; çalgılara gönül vermiş, tasarlamış ve hep yeni arayışlar içinde olmuştur. Gitar gibi düz gövdeli ud, çocuklar için, çocuklar büyüdükçe parça eklenebilinen keman gibi pek çok tasarımda bulunmuş, birçoğu çizim veyahut maketler halinde kalmıştır. Bazen de patent için başvurup takip edememiştir.
Cümbüşün icat edildiği belirtilen yukarıdaki 1931 tarihli gazete küpüründe de “…bundan birkaç sene evvel de ‘coşgun’ isimli bançoya benzer bir müzik aleti yapmıştır..” denilerek bu işi yapmadaki sürekliliği belirtilmiştir.
Zeynel Abidin, Cumhuriyet’in her alanında olduğu gibi müzikteki yeni ve modern ideolojiyi de yaymak çabasında olan Mustafa Kemal Atatürk ile 14 Ocak 1930’da bir yemekte tanışmış ve tasarımlarından biri olan çalgıyı göstermiştir. Atatürk bu çalgıyı dinleyince “nereye giderse gitsin, cümbüş (eğlence) yayacak, o zaman adı cümbüş olsun” demiştir. Zeynel Abidin çok gururlanarak bu adı hem oluşturduğu çalgıya, hem de kendi ailesine soyadı olarak vermiştir.
Ud gibi perdesiz, fakat 11 yerine 12 teli bulunan, tencere şekilli alüminyum gövdesinin ağzı deri kaplı olan ve bu özellikleri ile Amerikan banjosuna benzeyen, tiz ve tannan sesli ve o döneme kadar Türkiye’de görülmeyen mekanik burgulara sahip bu çalgı, aynı yıl içerisinde(1930) patent ofisine 868 numara ile kaydedilmiştir.
Cümbüş, yapısal olarak hem Amerikan banjosuna hem de uda benzemektedir. Şekil olarak metal rezonatör alt kısmı ve deri gövde kısmıyla banjoya benzerken perdesiz olması her iki enstrümandan da cümbüşü ayırmaktadır. Cümbüşün ud ile arasındaki en belirgin farkı yüksek ve metalik ses onudur. Cümbüş akordu ud akorduna çok benzerlik göstermekte, her ikisinin de telleri arası dört ses olmasına karşın, Do, Sol, Re, La, Mi, Si şeklinde akort edilen cümbüş, Sol, Re, La,Mi, Si, Fa# şeklinde akort edilen ud a göre dört ses daha tiz olmaktadır.
Cümbüş kolay taşınabilen, fazla maliyetli olmayan, sapı vidalı ve çıkarılabilir olduğu için hemen bir pakete konulup-hasar görme ve kırılma olasılığı düşük olacağından- rahatlıkla Anadolu’nun herhangi bir yerine gönderilebilinecek ideal bir çalgı olarak görülmüştür. Ayrıca çıkabilir sapı sayesinde gövdeye değişik uzunlukta saplar konularak, sadece sapı değiştirilerek birkaç dakika içerisinde standart bir ud tipi mandoline ya da tanbura dönüşebilmektedir.
Türkiye’de:
Kısa saplı, perdesiz, ud gibi akort edilen Standart Cümbüş,
Uzun saplı bağlama gibi akort edilen Saz-Cümbüş, Cura-Saz Cümbüş,
Çok uzun saplı ve tambur gibi akort edilen Tambur Cümbüş,
Yay ile çalınan Yaylı Tambur Cümbüş,
Perdeli gitar gibi akort edilen Gitar Cümbüş,
Perdeli mandolin gibi akort edilen Mando Cümbüş
gibi çeşitli cümbüş modelleri üretilmektedir. Günümüzde olmayan, sapı standart modelden çok daha kısaca olup dişi cümbüş adı verilen cümbüş çeşidi ise kadınlar tarafından tercih edilip, dönemi içerisinde satılan cümbüş alımının %15’ini kapsamışlardır.
Zeynel Abidin, cümbüşü icat ettikten bir yıl sonra, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın şefinden, “bu enstrüman, doğu ve batı müziği seslerini tekrar edebiliyor; sapı değiştirilerek mandolin, gitar, banjo, tambur ve ud gibi ses çıkarabiliyor” şeklinde bir sertifika almıştır. Abidin 1931 yılında cümbüşle ilgili bir kitap yazmış ve 1934 yılında da İran Şahı’na bir cümbüş hediye etmiştir.
Tüm bunların yanında cümbüş, Türk Müziği’nde kendine bir yer edinememiştir. Daha ziyade piyasa ve halk çalgısı olarak ün yapmıştır. Klasik müzisyenler, “gerek ses renginin klasik üslup ve tavra uymaması, gerek klasik Türk müziği bu kadar tehdit altındayken bu denli kolay edinilebilinecek bir enstrümanla, herkesçe ve her ortamda yapılacak icranın klasik Türk müziğinde oluşturacağı deformasyon korkusuyla ve saraydan indim şehre oluşumu kaldırılamazken halka doğru yapılmak istenen bu değişimin, hiçbir saygınlık yüklemedikleri bu çalgıyla yapılma isteğinin oluşturacağı sıkıntılar” gibi etmenler sebebiyle cümbüşü reddetmişlerdir.
25 Ocak 1930/Cumhuriyet Gazetesi
22 Ağustos 1930/Cumhuriyet Gazetesi
2 Ağustos 1935/Cumhuriyet Gazetesi
1930’lu yıllardan başlayarak yaptığımız gazete taramalarındaki hemen tüm ilan ve afişlerde görülen banjo/bançonun yerini, özellikle 1930’lu yılların ikinci yarısında nerdeyse tamamen cümbüşe bıraktığını görmekteyiz. Cümbüş kendine yaşayacak üç mekan bulmuştur: Bunlardan ilki meyhanelerdir. Tiz ve bastırılması güç sesiyle İstanbul ve İzmir deki meyhanelerde kendine önemli bir yer edinmiştir. İmparatorluk zamanında içki Müslümanlara yasak ve genellikle bu mekanlar gayrımüslimlerin olduğundan sözkonusu mekanlarda müzik yapan ve enstrüman çalan kişiler de Rum, Ermeni ve Seferat Yahudileridir. Buralardaki repertuarı popüler şehir halk çalgıları, hafif batı klasik parçaların adaptasyonları ve klasik musikiye ait daha hafif formda diyebileceğimiz eserler oluşturuyordu. Klasik Türk müziğinin hafif formdaki repertuarının icrası hem şehir pop müziğinin popülaritesini artırıyor hem de sanat müziğinin aşırı titizcilerini de “klasik müzik saraydan çıkmış fakir mahallelerdeki sarhoşların arasına düşmüş” anlayışıyla alarma geçiriyordu.
Bu dönem içerisinde önemli çalgıcı ve icracılar da bu mekanlarda bulunmuş ve icra yapmışlardır. Meyhane bazlı müzik kültürü sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumda olan Osmanlı sonrasındaki tüccar sınıfının temelini oluşturan etnik grupların ve ayrıca mevkilerinden kovulmuş, ayrılmış Osmanlı yönetim sınıfının buralarda bulunması ile ekonomik sirkülasyon meydana getirmiştir. Özellikle İmparatorluğun Selanik’i kaybetmesinden sonra ve nüfus mübadeleleri esnasında, Rum ve diğer Hristiyanların İzmir’den gitmelerinden sonra, artık İstanbul tek merkez haline gelmiş ve böylece bu müzik de İstanbul’un popüler müziğini oluşturmuştur. 1960’lara kadar süren bu süreç, 60’lardan sonra yerini Türklerin sahip olduğu gazinolara bırakmıştır.
21 Haziran 1936/Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 1940/Cumhuriyet Gazetesi
16 Kasım 1934/Cumhuriyet Gazetesi
Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki müzik politikaları çerçevesinde Türk müzisyenlerce bestelenen/uyarlanan çoksesli yapıtlara veya klasik batı müziği örneklerine çok rağbet etmeyen halk, radyo yayınlarında en az dinlenilen saat ve frekanslara konulan Türk müziği dinleme arzusunu, Arap radyolarındaki müzik ile gidermeye çalışmış, bu aşinalık daha sonraen ücra taşrada dahi gösterilen Arap filmleri ile pekişmiştir. II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla film endüstrisi durmuş, filmler yurda gelemez olmuştu. Daha sonra Mısır yoluyla Türkiye’ye gelen Amerikan filmlerinin yanında, o zamanlar önemli bir film sektörü olan Mısır Sineması ürünlerinin de yurda girişi ile gösterime başlayan Arap filmleri sayesinde, ud çalgısı beklenmeyen bir popülarite kazanmıştır.
Ud’un bu popülerleşmesinde teknik gelişmelerin- amfiler, hoparlörler- udun sesinin daha çok duyulmasını mümkün kılması, cümbüşün ud karşısındaki avantajını kaybetmesine sebep olmuştur.
Eski ileri teknoloji çalgısı ve modern Türkiye’nin şehirli çocuğu olan cümbüş, bir anda eski moda olmuştur. Teknik sistemlerin gelişmediği kırsal kesimde hala varlığını sürdürse de şehirdeki düşüşü, şirketi de (cümbüş müzik) ekonomik zorluklara sokmuş, bu sebeple cümbüş ailesi ürün yelpazesini genişletip; pratik hafif alüminyumdan ürettikleri alüminyum gövdeli darbuka gibi çalgılar da üretmişlerdir. Bunun üzerine o tarihlerde Amerika’dan ithal 5 telli banjo çok popüler bir çalgı olarak yeniden sahneye çıkmış; böylece tekrar başa dönülmüş cümbüş “out”, banjo “in “ olmuştur.
Cümbüş, Klasik Türk müziğince reddedilmesine rağmen merkezden uzak diyarlarda popüler bir halk müziği enstrümanı olarak mevcudiyetini hala sürdürmektedir. Özellikle çok yaygın olarak görüldüğü Şanlı Urfa, Gaziantep ve Elazığ çevreleri çalgımızın ikinci mekanı olmuştur. Buralarda artık meyhaneden daha farklı olarak, sıra gecelerinde kullanılmaktadır. Sıra geceleri, her toplanma başka birinin evinde sırayla olduğundan bu ismi almıştır. Geleneksel kıyafetler ile katılınılan müzik ve yemekli olan bu geceler, meyhanelerdeki laik, modern kökenli farklı sosyal sınıfların, cinslerin kaynaşması ortamının aksine, özel, mahrem sayılacak, geleneksel hiyerarşik yapının (misafir- ev sahibi / büyük- küçük) altının çizildiği bir ortamdır.
Cümbüş, ud ve bağlamanın yerini almasa da bu akşamların vazgeçilmez çalgısı ve olmazsa olmazı ve sözkonusu bölgelerin etnik yapısına dahil olan Türk, Kürt ve Arapların, güneydoğuya doğru gittikçe Kürtlerin, kuzeydoğuya doğru çıkınca görünmeye başlayan Ermenilerin de kullandığı bir çalgıdır.
Cümbüşün üçüncü adresi Roman vatandaşlarımızdır. Fethi ile Alihan Cümbüş, Romanlara son 25 yıldır yılda ortalama 3000 adet cümbüş sattıklarını belirtmişlerdir. Genellikle aynı repertuarı kullanarak düğün, sünnet düğünü ve alt sınıf barlarda bu çalgıyla çalışan Romanlar sayesinde, trompetin ve klarnetin sesini bastıramadığı bir telli saz olarak müzik tarihinde kendine bir yer edinmiştir.
Günümüzde cümbüşün 3 farklı boyda gövdesi ve 6 farklı sapı bulunmaktadır. Ud olarak da kullanılabilinmektedir. Bu çeşitliliğe rağmen, cümbüş bugün ekonomik anlamda önemini yitirmiştir. Naci Abidin Cümbüş ve oğulları Fethi ve Ali Zeynel tarafından işletilen aile fabrikasından sadece 3000 parça çıkmaktadır. Çalgılar halen el yapımı olup, halk çalgısı olmasının anlamına şaşırtıcı derece düşük fiyattan satılmaktadır. Üretimin yarısının çoğunluğu ABD, bir kısmı Fransa ve Yunanistan’a olmak üzere yurtdışına, farklı bir sound arayan müzisyenlerin taleplerini karşılamaya gönderilmektedir. Diğer yarısı ise hala cümbüşün geleneksel kullanımını desteklemektedir.
Sonuç olarak; çalgıların toplumların müzikal yapılarına olduğu kadar kültürel yapılarına da ışık tutan önemli öğeler olması bağlamında; cümbüş ortaya çıkışı, gelişimi, icrası ve kullanıldığı alanlar açısından dönemi içerisinde önem teşkil etmiş olan bir çalgımızdır. Fiziki yapısındaki kullanım çeşitliliği, işgördüğü farklı müzik türlerinde de aynı paralelliği göstermiştir. Klasik icra içerisinde kendine bir yer edinemese de meyhanelerden, gazinolardan, sıra gecelerinden, Türk pop müziğine; doğudan batıya çok geniş bir coğrafyada, farklı müzik tarzlarında, farklı topluluklar ve kültürlerce kullanılan bir müzik aleti olmuştur.(**)
________________________________
(*) İTÜ TMDK Ses Eğt. Böl. Öğr Gör.
(**) Motif Dergisi/Kocaeli Üniversitesi “Halk Çalgıları Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuştur. 14-16 Aralık 2007, Kocaeli
KAYNAKLAR
Aksoy Bülent, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Musiki ve Batılılaşma” , Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi,Cilt 5, İstanbul, 1985
Ederer Eric,“Otherness” And The Cümbüş In Modern Turkey, İ.T.Ü Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü, Müzikte Temsil&Müziksel Temsil Uluslararası Kongresi Sunumu, Ekim 2005, İstanbul
Oransay Gültekin, Atatürk ile Küğ, Burhanettin Ökte’nin Anıları, İzmir, 1985, sy.100
http://en.wikipedia.org/wiki/C%C3%BCmb%C3%BC%C5%9F , 27 Ekim 2007
http://www.purr.demon.co.uk/jack/Music/Cumbus/cumbus.html , Ekim 2007
http://www.mid-east.com/Info/cumbus.html , Ekim 2007
http://www.uweb.ucsb.edu/~ederer/cumbus/index.html , Ekim 2007
olsun” demiştir. Zeynel Abidin çok gururlanarak bu adı hem oluşturduğu çalgıya, hem de kendi ailesine soyadı olarak vermiştir…
Kimliğine Ulaşamamış Bir Çalgı: Cümbüş… Sinem Özdemir(*)
II. Meşrutiyetten sonra musiki tekke, saray, konak gibi sınırlı çevrelerden geniş toplum kesimlerine yayılmaya başlamış, konser salonlarına taşınmıştır. Fonograf ve gramofonun yaygınlaşmasıyla da istenildiği anda dinlenilebilinecek mesafeye gelmiştir. Hem musikinin kendisinde hem icra mekanlarında bir değişim sözkonusudur. Senfonik orkestra müziğinden, eğlenceli oyun müziklerine, klasik fasıllardan hafif şarkılara farklı müzik çeşitleri ve farklı dinleyici kesimi ortaya çıkmıştır.
Bu çeşitlenme aynı zamanda bestecinin de, icracının da, dinleyicinin de kendisini içerisinde bulacağı, musikide güncel piyasanın doğuşunun habercisidir. Geçmişin piyasa musikisi hafif şarkılar, köçekçeler, Rumeli havalarından ibaret olup şehirli halk musikisi şeklinde tanımlanabilirliği daha uygun olacakken bu bağlamda 19. yüzyılda –eğer kahvehane konserlerini saymazsak- kazanç amaçlı bir piyasa musikisinden söz etmek pek mümkün görünmemektedir. Kazanç amacıyla bestelenmiş, kısa ömürlü piyasa şarkılarının ancak 20. yüzyılın ortalarına doğru belirmeye başlamış olup, yeni beliren bu tarz, icrayı da etkilemiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra uygulanan müzik politikaları:
1926’da Osmanlı Dönemi’nden kalan bir çeşit konservatuar sayılabilinecek Darü’l Elhan’daki Şark Musikisi Şubesi’nin kapatılması, ertesi yıl hem devlet hem de özel okullardan tek sesli müzik eğitiminin yasaklanması,1934 yılında da radyoda Türk Müziği’nin icrasının yasaklanması şeklindeki kısıtlamalar da piyasa tavrının gelişmesinde önemli bir etken olmuştur.
Cümbüşün ortaya çıkışı, Cumhuriyetimizin ilk yıllarına denk gelmiştir. Bu dönemde müzik politikalarında görülen ikilemlerin benzerini, ortaya çıkış ve gelişim süreci içerisinde cümbüşün de yaşadığı görülmektedir.
Yaptığımız gazete taramalarında 15 Şubat 1931 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Bir Türk San’atkârın İcad Ettiği Saz :Cümbüş” başlığı ile rastladığımız bu icadın sahibi Zeynel Abidin Cümbüştür.
15 Şubat 1931 Milliyet Gazetesi
Zeynel Abidin 1881 Üsküp’te doğmuş ilk mektebi Üsküp’te okuduktan sonra, silah ticareti yapan ailesi ile I. Dünya Savaşı başlamadan hemen önce İstanbul’a taşınmıştır. Askerî Rüştiyeyi bitirmiş, burada Tophane fabrikalarında uzun zaman ustalık yapmış, 1915 yılında katıldığı Çanakkale Savaşı’ndan fazlası ile etkilenip; savaştan sonra İzmir’e döndüğünde, silah ticareti ile ilgilenmeme kararı almıştır. 1922 yılında Beşiktaş’ta bir müzik aleti dükkanı açıp, Almanya ve Çekoslovakya’dan keman ve kontrbas ithal etmiştir. 1926 yılında İzmir’de Beyler sokağında yeni bir dükkan açmış -ki bu dükkan 1938’de kapanmıştır- daha sonra bu dükkanı oğullarına bırakıp Beyazıt’ta yeni bir dükkan açmak üzere İstanbul’a dönmüştür.
Nihayetinde Zeynel Abidin oğulları ile birlikte kesin olarak İstanbul’a yerleşip daha sonra çalgı üreten bir şirket olacak dükkanlarını işletmeye başlamışlardır. “Cümbüş Müzik” halen aktif bir şirkettir ve Türk geleneksel çalgılarını üretmektedir. İstanbul’da Unkapanı’nda aile fertlerince işletilen bir dükkan vardır.
Zeynel Abidin bir çalgı satıcısı olarak çalışsa da, bir müzisyen olmasa da; çalgılara gönül vermiş, tasarlamış ve hep yeni arayışlar içinde olmuştur. Gitar gibi düz gövdeli ud, çocuklar için, çocuklar büyüdükçe parça eklenebilinen keman gibi pek çok tasarımda bulunmuş, birçoğu çizim veyahut maketler halinde kalmıştır. Bazen de patent için başvurup takip edememiştir.
Cümbüşün icat edildiği belirtilen yukarıdaki 1931 tarihli gazete küpüründe de “…bundan birkaç sene evvel de ‘coşgun’ isimli bançoya benzer bir müzik aleti yapmıştır..” denilerek bu işi yapmadaki sürekliliği belirtilmiştir.
Zeynel Abidin, Cumhuriyet’in her alanında olduğu gibi müzikteki yeni ve modern ideolojiyi de yaymak çabasında olan Mustafa Kemal Atatürk ile 14 Ocak 1930’da bir yemekte tanışmış ve tasarımlarından biri olan çalgıyı göstermiştir. Atatürk bu çalgıyı dinleyince “nereye giderse gitsin, cümbüş (eğlence) yayacak, o zaman adı cümbüş olsun” demiştir. Zeynel Abidin çok gururlanarak bu adı hem oluşturduğu çalgıya, hem de kendi ailesine soyadı olarak vermiştir.
Ud gibi perdesiz, fakat 11 yerine 12 teli bulunan, tencere şekilli alüminyum gövdesinin ağzı deri kaplı olan ve bu özellikleri ile Amerikan banjosuna benzeyen, tiz ve tannan sesli ve o döneme kadar Türkiye’de görülmeyen mekanik burgulara sahip bu çalgı, aynı yıl içerisinde(1930) patent ofisine 868 numara ile kaydedilmiştir.
Cümbüş, yapısal olarak hem Amerikan banjosuna hem de uda benzemektedir. Şekil olarak metal rezonatör alt kısmı ve deri gövde kısmıyla banjoya benzerken perdesiz olması her iki enstrümandan da cümbüşü ayırmaktadır. Cümbüşün ud ile arasındaki en belirgin farkı yüksek ve metalik ses onudur. Cümbüş akordu ud akorduna çok benzerlik göstermekte, her ikisinin de telleri arası dört ses olmasına karşın, Do, Sol, Re, La, Mi, Si şeklinde akort edilen cümbüş, Sol, Re, La,Mi, Si, Fa# şeklinde akort edilen ud a göre dört ses daha tiz olmaktadır.
Cümbüş kolay taşınabilen, fazla maliyetli olmayan, sapı vidalı ve çıkarılabilir olduğu için hemen bir pakete konulup-hasar görme ve kırılma olasılığı düşük olacağından- rahatlıkla Anadolu’nun herhangi bir yerine gönderilebilinecek ideal bir çalgı olarak görülmüştür. Ayrıca çıkabilir sapı sayesinde gövdeye değişik uzunlukta saplar konularak, sadece sapı değiştirilerek birkaç dakika içerisinde standart bir ud tipi mandoline ya da tanbura dönüşebilmektedir.
Türkiye’de:
Kısa saplı, perdesiz, ud gibi akort edilen Standart Cümbüş,
Uzun saplı bağlama gibi akort edilen Saz-Cümbüş, Cura-Saz Cümbüş,
Çok uzun saplı ve tambur gibi akort edilen Tambur Cümbüş,
Yay ile çalınan Yaylı Tambur Cümbüş,
Perdeli gitar gibi akort edilen Gitar Cümbüş,
Perdeli mandolin gibi akort edilen Mando Cümbüş
gibi çeşitli cümbüş modelleri üretilmektedir. Günümüzde olmayan, sapı standart modelden çok daha kısaca olup dişi cümbüş adı verilen cümbüş çeşidi ise kadınlar tarafından tercih edilip, dönemi içerisinde satılan cümbüş alımının %15’ini kapsamışlardır.
Zeynel Abidin, cümbüşü icat ettikten bir yıl sonra, Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’nın şefinden, “bu enstrüman, doğu ve batı müziği seslerini tekrar edebiliyor; sapı değiştirilerek mandolin, gitar, banjo, tambur ve ud gibi ses çıkarabiliyor” şeklinde bir sertifika almıştır. Abidin 1931 yılında cümbüşle ilgili bir kitap yazmış ve 1934 yılında da İran Şahı’na bir cümbüş hediye etmiştir.
Tüm bunların yanında cümbüş, Türk Müziği’nde kendine bir yer edinememiştir. Daha ziyade piyasa ve halk çalgısı olarak ün yapmıştır. Klasik müzisyenler, “gerek ses renginin klasik üslup ve tavra uymaması, gerek klasik Türk müziği bu kadar tehdit altındayken bu denli kolay edinilebilinecek bir enstrümanla, herkesçe ve her ortamda yapılacak icranın klasik Türk müziğinde oluşturacağı deformasyon korkusuyla ve saraydan indim şehre oluşumu kaldırılamazken halka doğru yapılmak istenen bu değişimin, hiçbir saygınlık yüklemedikleri bu çalgıyla yapılma isteğinin oluşturacağı sıkıntılar” gibi etmenler sebebiyle cümbüşü reddetmişlerdir.
25 Ocak 1930/Cumhuriyet Gazetesi
22 Ağustos 1930/Cumhuriyet Gazetesi
2 Ağustos 1935/Cumhuriyet Gazetesi
1930’lu yıllardan başlayarak yaptığımız gazete taramalarındaki hemen tüm ilan ve afişlerde görülen banjo/bançonun yerini, özellikle 1930’lu yılların ikinci yarısında nerdeyse tamamen cümbüşe bıraktığını görmekteyiz. Cümbüş kendine yaşayacak üç mekan bulmuştur: Bunlardan ilki meyhanelerdir. Tiz ve bastırılması güç sesiyle İstanbul ve İzmir deki meyhanelerde kendine önemli bir yer edinmiştir. İmparatorluk zamanında içki Müslümanlara yasak ve genellikle bu mekanlar gayrımüslimlerin olduğundan sözkonusu mekanlarda müzik yapan ve enstrüman çalan kişiler de Rum, Ermeni ve Seferat Yahudileridir. Buralardaki repertuarı popüler şehir halk çalgıları, hafif batı klasik parçaların adaptasyonları ve klasik musikiye ait daha hafif formda diyebileceğimiz eserler oluşturuyordu. Klasik Türk müziğinin hafif formdaki repertuarının icrası hem şehir pop müziğinin popülaritesini artırıyor hem de sanat müziğinin aşırı titizcilerini de “klasik müzik saraydan çıkmış fakir mahallelerdeki sarhoşların arasına düşmüş” anlayışıyla alarma geçiriyordu.
Bu dönem içerisinde önemli çalgıcı ve icracılar da bu mekanlarda bulunmuş ve icra yapmışlardır. Meyhane bazlı müzik kültürü sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumda olan Osmanlı sonrasındaki tüccar sınıfının temelini oluşturan etnik grupların ve ayrıca mevkilerinden kovulmuş, ayrılmış Osmanlı yönetim sınıfının buralarda bulunması ile ekonomik sirkülasyon meydana getirmiştir. Özellikle İmparatorluğun Selanik’i kaybetmesinden sonra ve nüfus mübadeleleri esnasında, Rum ve diğer Hristiyanların İzmir’den gitmelerinden sonra, artık İstanbul tek merkez haline gelmiş ve böylece bu müzik de İstanbul’un popüler müziğini oluşturmuştur. 1960’lara kadar süren bu süreç, 60’lardan sonra yerini Türklerin sahip olduğu gazinolara bırakmıştır.
21 Haziran 1936/Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 1940/Cumhuriyet Gazetesi
16 Kasım 1934/Cumhuriyet Gazetesi
Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki müzik politikaları çerçevesinde Türk müzisyenlerce bestelenen/uyarlanan çoksesli yapıtlara veya klasik batı müziği örneklerine çok rağbet etmeyen halk, radyo yayınlarında en az dinlenilen saat ve frekanslara konulan Türk müziği dinleme arzusunu, Arap radyolarındaki müzik ile gidermeye çalışmış, bu aşinalık daha sonraen ücra taşrada dahi gösterilen Arap filmleri ile pekişmiştir. II. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla film endüstrisi durmuş, filmler yurda gelemez olmuştu. Daha sonra Mısır yoluyla Türkiye’ye gelen Amerikan filmlerinin yanında, o zamanlar önemli bir film sektörü olan Mısır Sineması ürünlerinin de yurda girişi ile gösterime başlayan Arap filmleri sayesinde, ud çalgısı beklenmeyen bir popülarite kazanmıştır.
Ud’un bu popülerleşmesinde teknik gelişmelerin- amfiler, hoparlörler- udun sesinin daha çok duyulmasını mümkün kılması, cümbüşün ud karşısındaki avantajını kaybetmesine sebep olmuştur.
Eski ileri teknoloji çalgısı ve modern Türkiye’nin şehirli çocuğu olan cümbüş, bir anda eski moda olmuştur. Teknik sistemlerin gelişmediği kırsal kesimde hala varlığını sürdürse de şehirdeki düşüşü, şirketi de (cümbüş müzik) ekonomik zorluklara sokmuş, bu sebeple cümbüş ailesi ürün yelpazesini genişletip; pratik hafif alüminyumdan ürettikleri alüminyum gövdeli darbuka gibi çalgılar da üretmişlerdir. Bunun üzerine o tarihlerde Amerika’dan ithal 5 telli banjo çok popüler bir çalgı olarak yeniden sahneye çıkmış; böylece tekrar başa dönülmüş cümbüş “out”, banjo “in “ olmuştur.
Cümbüş, Klasik Türk müziğince reddedilmesine rağmen merkezden uzak diyarlarda popüler bir halk müziği enstrümanı olarak mevcudiyetini hala sürdürmektedir. Özellikle çok yaygın olarak görüldüğü Şanlı Urfa, Gaziantep ve Elazığ çevreleri çalgımızın ikinci mekanı olmuştur. Buralarda artık meyhaneden daha farklı olarak, sıra gecelerinde kullanılmaktadır. Sıra geceleri, her toplanma başka birinin evinde sırayla olduğundan bu ismi almıştır. Geleneksel kıyafetler ile katılınılan müzik ve yemekli olan bu geceler, meyhanelerdeki laik, modern kökenli farklı sosyal sınıfların, cinslerin kaynaşması ortamının aksine, özel, mahrem sayılacak, geleneksel hiyerarşik yapının (misafir- ev sahibi / büyük- küçük) altının çizildiği bir ortamdır.
Cümbüş, ud ve bağlamanın yerini almasa da bu akşamların vazgeçilmez çalgısı ve olmazsa olmazı ve sözkonusu bölgelerin etnik yapısına dahil olan Türk, Kürt ve Arapların, güneydoğuya doğru gittikçe Kürtlerin, kuzeydoğuya doğru çıkınca görünmeye başlayan Ermenilerin de kullandığı bir çalgıdır.
Cümbüşün üçüncü adresi Roman vatandaşlarımızdır. Fethi ile Alihan Cümbüş, Romanlara son 25 yıldır yılda ortalama 3000 adet cümbüş sattıklarını belirtmişlerdir. Genellikle aynı repertuarı kullanarak düğün, sünnet düğünü ve alt sınıf barlarda bu çalgıyla çalışan Romanlar sayesinde, trompetin ve klarnetin sesini bastıramadığı bir telli saz olarak müzik tarihinde kendine bir yer edinmiştir.
Günümüzde cümbüşün 3 farklı boyda gövdesi ve 6 farklı sapı bulunmaktadır. Ud olarak da kullanılabilinmektedir. Bu çeşitliliğe rağmen, cümbüş bugün ekonomik anlamda önemini yitirmiştir. Naci Abidin Cümbüş ve oğulları Fethi ve Ali Zeynel tarafından işletilen aile fabrikasından sadece 3000 parça çıkmaktadır. Çalgılar halen el yapımı olup, halk çalgısı olmasının anlamına şaşırtıcı derece düşük fiyattan satılmaktadır. Üretimin yarısının çoğunluğu ABD, bir kısmı Fransa ve Yunanistan’a olmak üzere yurtdışına, farklı bir sound arayan müzisyenlerin taleplerini karşılamaya gönderilmektedir. Diğer yarısı ise hala cümbüşün geleneksel kullanımını desteklemektedir.
Sonuç olarak; çalgıların toplumların müzikal yapılarına olduğu kadar kültürel yapılarına da ışık tutan önemli öğeler olması bağlamında; cümbüş ortaya çıkışı, gelişimi, icrası ve kullanıldığı alanlar açısından dönemi içerisinde önem teşkil etmiş olan bir çalgımızdır. Fiziki yapısındaki kullanım çeşitliliği, işgördüğü farklı müzik türlerinde de aynı paralelliği göstermiştir. Klasik icra içerisinde kendine bir yer edinemese de meyhanelerden, gazinolardan, sıra gecelerinden, Türk pop müziğine; doğudan batıya çok geniş bir coğrafyada, farklı müzik tarzlarında, farklı topluluklar ve kültürlerce kullanılan bir müzik aleti olmuştur.(**)
________________________________
(*) İTÜ TMDK Ses Eğt. Böl. Öğr Gör.
(**) Motif Dergisi/Kocaeli Üniversitesi “Halk Çalgıları Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuştur. 14-16 Aralık 2007, Kocaeli
KAYNAKLAR
Aksoy Bülent, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Musiki ve Batılılaşma” , Tanzimattan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi,Cilt 5, İstanbul, 1985
Ederer Eric,“Otherness” And The Cümbüş In Modern Turkey, İ.T.Ü Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü, Müzikte Temsil&Müziksel Temsil Uluslararası Kongresi Sunumu, Ekim 2005, İstanbul
Oransay Gültekin, Atatürk ile Küğ, Burhanettin Ökte’nin Anıları, İzmir, 1985, sy.100
http://en.wikipedia.org/wiki/C%C3%BCmb%C3%BC%C5%9F , 27 Ekim 2007
http://www.purr.demon.co.uk/jack/Music/Cumbus/cumbus.html , Ekim 2007
http://www.mid-east.com/Info/cumbus.html , Ekim 2007
http://www.uweb.ucsb.edu/~ederer/cumbus/index.html , Ekim 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder